Google

8 Eylül 2008 Pazartesi

Aşk-ı Memnu'yu konuşuyoruz. Arada çirkin bir yazıyı da anmak zorunda kaldım


Perşembe akşamı Kanal D’de başlayan yeni dizi Aşk-ı Memnu’nun yazılışı bile yabancı gelmiştir çoğunuza. Benim ve yaşıtlarımın iyi bildiğimiz bir romandır. Çok ünlü romancımız Halid Ziya Uşaklıgil’in Türk roman tarihinin önemli eserlerinden sayılır.
Uşaklıgil’in ve çağdaşı yazarlardan çoğunun eserleri TÜRKÇELEŞTİRİLEREK yeniden basılmıştır. («Türkçeleştirmek» de nedir? Romanın aslı Türkçe değil mi? Bunu bir yabancıya anlatmakta güçlük çekersiniz. İşleme «Günümüz Türkçe’sine çevirmek» de denilmiştir.)
Roman türünü sahiplenişine saygı duyduğum, ama romancı olarak hayranları arasında olmadığım bir yazardır Uşaklıgil.
Tanışmak bana nasip olmadı. Hakkında birinci elden bilgileri Yeşilköylüler arasına karıştıktan sonra edindim. Uşşakiler’in, Yeşilköylülerce de yadırganan bir alafrangalıkları varmış. Buna dair çok hikâye dinledim. Halid Ziya ve oğulları, ölümlerinden sonra da, şifahî magazin basınının kahramanları olmakta devam ettiler. (Aileden bir ünlü sima da, Atatürk’le kısa bir süre evli kalmış olan Latife Hanım’dır.)
*
Merak eden çıkmadı aralarından, ama torunlarımdan biri sorsaydı, Halid Ziya’dan ne okuyayım, diye... Edebiyat tarihini merak ediyorsan ünlü romanlarından birini (Mesela Ferdi ve Şürekâsı’nı, Mai ve Siyah’ı, Aşk-ı Memnu’yu) oku, derdim; doğrudan benim fikrimi soruyorsa hatıra kitaplarından birini salık verirdim ona: Kırk Yıl gibi, Saray ve Ötesi gibi. (Malum Halid Ziya, Sultan Mehmet Reşad’ın [IV.] uzunca bir süre Mabeyin Başkâtibi olarak Sarayda bulunmuştur.) Ben o kitaplarını faydalanarak okumuştum.
Roman Batı sanatlarındandır. Batı romanını Türk edebiyatında ilk benimseyenlerden biri de Halid Ziya Uşaklıgil. Edebiyat tarihimizdeki yeri inkâr edilemez. Çok eser vermiş bir yazar olduğu da kesin. Şunu da kaydetmek gerekir: Halid Ziya ve bütün Uşşakizadeler Türkiye’de alafrangalığın öncülerinden sayılır.
Kusurumu yukarıda da söyledim. Halid Ziya eserlerinden etkilendiğim bir romancı değil. Bir Sait Faik değil mesela benim için. Bir Tanpınar değil, bir Kemal Tahir değil, bir Pamuk değil.
Ben, diyorum. Yoksa Türk edebiyatının, Türk romanının anıt yazarlarından biridir Uşaklıgil. Belki bilmezsiniz, gazetecilikteki öncülerimizden de biridir. İzmir’de dergi çıkarmış
*
Aşk-ı Memnu’nun ilk bölümünü seyredenlere dönelim. Sayılarının çok olacağından eminim. Arada sözünü etmek istediğim bir gazetecilik ve edebiyat rezaleti var.
Biz, roman okuru olarak da gelişmiş bir toplumun mensupları değiliz. Değinmeden geçemeyeceğim bir örnekle ifadeye çalışayım.
Aynı perşembe gününün Vatan gazetesinde, ekonomi gazetecisi-yazarı olarak maruf Necati Doğru’nun kaleminden çıkmış, Orhan Pamuk’a ve onun son romanına dair bir yazı yayımlandı. Gazetecilik ve edebiyat tarihimizin bir yüz karası olarak kalmaya mahkûm olan bu çirkin yazıdan, üzülerek ve utanarak da olsa bazı cümleleri buraya alıyorum. (Bu konuya bir daha dönmek zorunda kalmamayı temenni ederim. Hoş görün beni, cüretin, haddini bilmezliğin bu marazî tezahürünü görmezden gelmek elimde değildi.)
Şu cümleler o yazıdandır:

* «Romancı olacağına pazarlamacı olsaydı da Nobel alırdı. (...) Pazarlamacıların kralı olurdu. (...) Pazarlama Nobel’ini de ona verirlerdi.»
* «Orhan Pamuk’u <çürük maydanoz, kokmuş köfte, içi geçmiş karpuz, küflenmiş ekmek>leri pazalama göreviyle görevlendirin; cansız duyguları tetikler, ölmüş talepleri parlatır, bitmiş beğenileri canlandırır; sadece Türkiye tüketicisine değil bütün dünyaya çürük maydanoz, kokmuş köfte, içi geçmiş karpuz, küflenmiş ekmek satardı.
* «Yemezlerdi. Yiyemezlerdi. Fakat satın alırlardı. (...) Romanlarını alanlar, 30 sayfasını okuduktan sonra bırakıyorlar, fakat yine de almaya devam ediyorlar.»
* «İstanbul’un küçük burjuva semti Cihangir’de babası top atınca fakir kalmış güzel bir kıza baba parasıyla zengin olmuş bir ibiş erkeğin aşkını tezgâha koydu satıyor. Arsız bir pazarlamacı oldu.»
* «SPK’nın harekete geçmesi gerekir. Orhan Pamuk’un kurulmamış bir müzenin giriş biletini, kitabın içinde bir lotarya olarak sunması, halktan para toplama kanununa girer. Savcıların harekete geçmesi gerekir.»

Savcılar değil de, hekimleri göreve çağırmak lazım gibi gelir bana.
*
Dönelim yeni dizimize.
Boğaz’da, iki yakanın gösterişli yalılarında yaşayan Melih Bey ve Adnan Bey ailelerinin fertleri arasındaki sıra dışı ilişkilerden oluşmuş heyecanlı hikâyeler seyredeceksiniz. Dul Firdevs Hanım’ı görür görmez tanımışsınızdır. Adnan Bey ile önemli kahraman Firdevs’in kızı Bihter hakkında kararınızı vermekte acele etmeyin. Yakışıklı Behlül’den de gözünüzü pek ayırmayın, derim.
O yılların roman okurlarını dehşete düşüren hadiseleri, siz bugünün seyircileri, belki de bizim vaktiyle kapıldığımız duygulardan uzak kalarak sükûnetle seyredeceksiniz. Ama haftalar boyu, gelecek bölümde neler olacağını merak etmekten de geri duramayacaksınız.
Bu arada benim romancıyla niye bağdaşamadığımı da merak ederseniz, hikâyedeki mübalağalı olaylara ve davranışlara olduğu kadar, kahramanların hazımlı-çılgın, kanaatkâr-muhteris, dürüst-sahtekâr, tutumlu-müsrif, vefakâr-nankör, çok iyi ve çok kötü olarak birbirinden nasıl kesinlikle ayrıldığına da dikkat edin lütfen.
Oyuncular ve yönetim iyi. Onu da söyleyelim.


Devamı / Yorumlar

0 yorum: