Google

8 Eylül 2008 Pazartesi

Aşk-ı Memnu, Kirpik Nostalji,Turkuvaz,Dini Bütün Sol .. Hepsi Bu Sinemada

Neslihan Acu'dan bir Aşk-ı Memnu yazısı. Tecavüzden değil aşktan korkanların ülkesi, dönüşen değerler, Ardıç ve Aköz'ün son incileri...


AŞK-I MEMNU, KIRPIK NOSTALJİ, TURKUVAZ, DİNİ BÜTÜN SOL…HEPSİ BU SİNEMADA



Bu dünyada yaşayabilmenin bir yolu da “kendini kandırmak”tır.

İnsan kendini kandırarak pekala mutlu mesut -ama haliyle, az biraz ruh hastası olarak- yaşayıp gidebilir.

Bizim ülkemiz bu bağlamda, “kendini aldatma sanatında virtüözlük mertebesine ulaşmış insanların ülkesi” olarak tanımlanabilir.



Bu “kendini aldatma” mevzusu nereden çıktı diye soracak olursanız… Aşk-ı Memnu dizisi yüzünden saplandım kaldım bu konuya.

Bir dizi deyip geçmeyin, o dizinin büyük tarihi ve stratejik önemi var.

Halit Refiğ’in açıklamalarını okudum geçen gün. Ne kadar haklıydı!

Sen kalk sansürcü bir zihniyet olarak, Aşk-ı Memnu dizisini, aşk sahnelerini kırpa kırpa ver. Kırpık nostalji yap! Hem de TRT’de! Yıllar önce o diziyi hayranlıkla seyrettiğimiz TRT’de.



İşte bahsettiğim kendini aldatma olayı bu: Öpüşme, sarılma ve sevişmeyi hatırlatan her şeyi “ahlaksızlık” olarak sınıflandırıp, “ahlaklı” olmak adına bu tür sahneleri sansürleyen yetkililer var TRT’de.

Diğer kanallar da geri kalmıyor. İçki kadehlerini sansürlüyorlar, belgesellerdeki yerli kadınların (dahi!) çıplak memelerini sansürlüyorlar…

Valla bunların ellerinden gelse, hiçbir şey yayınlamayacaklar ama reklam geliri tatlı, şimdilik kırpa kırpa sürdürüyorlar yayıncılık işini.



Aşk sahnelerine neden bu kadar alerjikler peki?

Ünlü bir yapımcının çok kayda değer bir tespitini okumuştum bir ara. Diyordu ki, “dizilerde aşk sahnesi çekince tutmuyor ama tecavüz sahnesi çektiğimizde rating yükseliyor”.

Nasıl tespit ama! Ve inanın doğru.

Burada işin püf noktası şu: Bir aşk sahnesinde kadının gönüllü katılımı vardır. Oysa tecavüz sahnesinde yok. Çelişki gibi gelecek ama kadının namusuna toz konmuyor o sahnelerde. O yüzden, ikiyüzlü seyirci de rahatça seyrediyor, sansürcüler de rahat!



Lafın kısası, sadece dizilerden bile, bu ülkedeki ikiyüzlü ahlak yapısını kolayca deşifre edebilirsiniz.

Mesela bizim dizilerde, bir erkeğe yapışarak sınıf atlamaya çalışan bir kadının hikayesi çok makbuldur. Ama senaryo öyle bir kotarılır ki, kadın kaba kaba çizgilerle bir azize gibi gösterilir seyirciye. O kalın çizgilerin gerisine bakmayı becerirseniz, olanı biteni ve karakterlerin asıl hallerini net olarak görürsünüz.

Ama bizim ülkede kimse bakmaz kalın çizgilerin gerisine. Kendilerini aldatmayı tercih ederler.

Üniversitelerde, kasabalarda, büyük şehirlerin varoşlarında hep bir namus terörü estirilir.

Aşk ve sevgi gibi sözcüklerden acayip tırsılır. El ele dolaşan gençlere hayat hakkı tanınmaz, kadınlara hayat hakkı tanınmaz.

Ama bir bakarsınız, en tutucu bir gazetenin köşe yazarı çocuklara sarkıntılık suçuyla yakalanıvermiş. Ya da mahallelerinin namus bekçisi kesilen bazı gençler, bir yaşıtlarını öldürerek “en büyük suç”u işlemişler. Ya da bir büfeci içki satıyor diye “hunharca” dövülmüş.



Sonra kaçınılmaz sonuçlar gelir. Kadınla erkek arasında doğal olan ilişkiler, aşk, sevgi yasaklanırsa, insanlar doğal olmayan yollara saparlar. Tecavüz, çocuklara sarkıntılık, aile içi ilişkiler vs patlama yapar.



Ben burada, bu eskinin Doğu Bloku, bugünün AB üyesi ülkesinde, kadınların ve gençlerin özgürlüğünü gördükçe bir tuhaf oluyorum, kendimiz için üzüntü duyuyorum. Minicik etekleriyle kadınlar sokaklarda alabildiğine rahat yürüyorlar, dönüp bakan yok. Gençler sarmaş dolaş, en özgür, en rahat kıyafetler içindeler… Karışan yok. Şehrin göbeği dahil her taraf içki içilen kafelerle, barlarla dolu ama ortada bir adet sarhoş yok.

Ama bu zaten normal değil mi? Bir şeyi yasaklamadığınız zaman, insanlar onu normal dozlarda yaşarlar.



Peki nasıl oluyor da bizim liberal yazarlar, ülkemizde her tarafı kanser gibi saran bu ikiyüzlü, baskıcı, sahte ahlakçı tutumu hiç eleştirmiyorlar? Özgürlük çığlıkları atarken (tabii ki, türbana özgürlük!) nasıl oluyor da kadınların, gençlerin özgürlüğünü kısıtlayıcı her tür tavır karşısında sessiz kalmayı tercih ediyorlar?



Aşk-ı Memnu’nun televizyonlarda ilk oynadığı 70’li yıllarda, aşk sahneleri Halit Ziya nasıl yazdıysa öyle verilmişti.

Bugün ise dizinin yarısı makaslanarak veriliyor. Toplum bu hale gelmiş. Ya da “dönüştürülmüş” diyelim, daha doğru.



Sonra da kalkıp bu liberallerden bir tanesi, Emre Aköz bugün köşesinde “namaz kılan sol” diye yazı yazıyor. Sol kendisini Müslüman olarak da tanımlamadıkça hiçbir şekilde başarılı olamaz diyor.

İnanamıyorum. Artık bu kadarına ben inanamıyorum. Oha falan oluyorum (diyecek başka şey bulamadım, direkt oha desem ayıp olacak şimdi).

Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay’ın “sol çıkışını arıyor” başlıklı röportajları başladığından beri Emre Aköz gibi, Engin Ardıç gibi sol’la harbi problemi olan isimler, sataşma dozlarını arttırdılar. Saçmalama fazına geçtiler, gördüğünüz gibi. Sayın Ardıç da, turkuvaz renk üzerine fikirlerini saçıyordu bugün.



Yazının başlangıcına dönersek…

Tıpkı sokaktaki insan gibi, tıpkı sansürcüsü gibi, tıpkı siyasetçisi gibi… Fikir üreten insanı da, köşe yazarı da, aydını da, tehlikeli bir kendini kandırma hali içinde yaşayıp gidiyor bizim ülkede.

Olayları “gerçekte oldukları” gibi değil de, görmek istedikleri gibi görüyorlar.

Sonra da işgal ettikleri köşeleri, artık gerçekten iyice sevimsizleşen fikirleriyle dolduruyorlar.

Devamı / Yorumlar

0 yorum: