Google

15 Kasım 2008 Cumartesi

Bizim Siramiz Gecti,Donem Genclerin

Aşk-ı Memnu dizisinde genç oyuncularla beraber kamera karşısına geçen Nebahat Çehre 'Biz artık yaşlandık yerimize yeni oyuncular yetiştiriyoruz' diyor.

Halid Ziya Uşaklıgil'in eserinden televizyona uyarlanan Aşk-ı Memnu sezonun en çok izlenen dizileri arasında. Oyuncu kadrosuyla da beğeni toplayan dizide Nebahat Çehre, esas kızın kötü kalpli annesi Firdevs rolünde oldukça başarılı bir performens sergiliyor. Dizi setine konuk olduk ve Çehre ile Firdevs'i, Aşk-ı Memnu'yu konuştuk.

Aşk-ı Memnu romanını okumuşsunuzdur. Senaryoyu okuduğunuzda neler canlandı hafızanızda?
Kitabı okudum elbette. Gençlik döneminde dizisini de seyretmiştim. Ama çok az anımsıyorum. Benim rolümde Neriman Köksal oynamıştı, çok başarılı çok hoş da bir kadındı. Bakalım ben onun kadar beğenilecek miyim?

Role hazırlanırken diziyi yeniden izlediniz mi?
İzlemedim çünkü etkisi altında kalmak istemedim. Ben bir oyuncuyum ve kendi tarzımda bir şey çıkarmak isterim. Aynı rolü izlersem 'o böyle yapmış ben de yapayım güzel olur' dersem tekrara düşmüş olurum.

Bu rolü kabul ederken tedirgin oldu mu? Nihayetinde Firdevsnegatif bir karakter...
Halid Ziya'nın eseri olduğu için kabul ettim bu dizide olmayı. Firdevs çok sivri bir karakter. Biraz tedirgin oldum doğrusu çünkü burada izleyicinin seveceği sempati duyacağı bir kadın yok. Ama zaman ne gösterecek onu hiç bilmiyoruz.

Dizide genç oyuncularla berabersiniz. Yeni dönem genç oyuncuları nasıl buluyorsunuz?
Eski tecrübeyle yenilerin yarattığı karma durumu çok seviyorum ben. Şunu görüyorum ki bazı genç oyuncular zaten başarı yolunu açmışlar. Sette çok dikkat ediyorlar, bizim sahnelerimizi dikkatle izliyorlar. Zaten artık yenilerin bu piyasada egemen olması gerekiyor. Biz bu işi artık onlara teslim ettik. Ben onlara sürekli gözlemci olmalarını tavsiye ediyorum.

Zaturre Baslangici

Zatürre başlangıcı Kıvanç Tatlıtuğ, zatürre başlangıcı teşhisiyle Alman Hastanesi'nde müşaade altına alındı.

Yoğun iş temposundan dolayı yorgun düşen Kıvanç Tatlıtuğ, zatürre başlangıcı teşhisiyle Alman Hastanesi'nde müşaade altına alındı.
İki gündür Alman Hastanesi'nde serum ve ilaç tedavisi gören Tatlıtuğ'un bu sabah taburcu edileceği söylendi.

Su Gecirmez Karakterler

Şenay Ertorun adlı okurumuz ise dizilerde sıkça rastladığımız "devamlılık hatalarını" örneklemiş. "Merhaba Yüksel Bey, perşembe günü Kanal D'de yayınlanan Aşk-ı Memnu dizisinde yakaladığım bariz bir hatayı yazmak istedim. Dizilerde hep gördüğümüz hatalardan biri daha yapılmıştı. Evi terk etmeye hazırlanan Behlül, bahçe kapısında Nihal ve Bülent ile konuşurken sağanak şeklinde yağmur yağıyordu. Ama ne Behlül, ne Nihal, ne de Bülent ve arkalarında duran Beşir ıslanıyorlardı. Aynı şekilde bir başka sahnede Nihal bahçede Beşir ve Cemil ile konuşurken yağmur yağıyordu ve bu üçlü de ıslanmıyordu. Daha sonra Nihal yürüyerek Bihter ve Peyker'in yanına gitti. Koltuğa oturduğu sırada bir dirhem ıslanma belirtisi yoktu."

Bihter Tarihten Gecti

‘Hatırla Sevgili’ onun için milattı, ama yakın tarihi eşelemeyi orada bırakmayacak, ‘Güz Sancısı’yla 6-7 Eylül’e götürecek bizi. Beren Saat’le resmi ve gayriresmi tarihi, tabii ki ‘Aşk-ı Memnu’yu ve içindeki Bihter’i konuştuk

Geride bıraktıkları arasında, bolca şans getiren bir yarışma, biri uzun soluklu iki dizi olsa da, ‘Hatırla Sevgili’nin Yasemin’i olarak kazımıştık bir köşeye Beren Saat adını. Yasemin çok naifti, yüzündeki ifade neredeyse her durumda aynı gibiydi ve evet hiç yaşlanmadı, ama çok güzeldi, çok izlenesi bir yüzdü... ‘Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i olacak denildiğinde kasetler geriye sarıldı, 1975’in ‘Aşk-ı Memnu’su geldi akıllara. Müjde Ar’lı Bihter dururken o eski kayıtlarda, Beren Saat’ten Bihter olur muydu ki? Derken izlemeye başladık; hırssa hırs, içten pazarlıksa içten pazarlık... Sessiz sakin Yasemin’den çıkıp fettan Bihter oluvermişti.
Beren Saat, ‘Aşk-ı Memnu’yu bugünün İstanbul’una taşıyan yeni versiyonunda gittikçe daha çok kabul göredursun, ‘Hatırla Sevgili’ vesilesiyle içine girdiği yakın tarihle hesaplaşması da bitmiş değil. Birkaç ay sonra, Tomris Giritlioğlu’nun uzun zamandır çekmeyi beklediği, Yılmaz Karakoyunlu’nun romanı temel alınarak yazılan ‘Güz Sancısı’nda Rum hayat kadını Elena olarak izleyeceğiz onu. Bu sefer 6-7 Eylül olaylarının göbeğine, Beyoğlu’na götürecek seyirciyi.

Başkent Üniversitesi İşletme’de okurken ‘İstediğim bu değildi’ diyerek başka bir yola giriyorsunuz. Neydi o istediğiniz?
Ankara TED’de okurken lise müsameresinin çok çok üstünde işler yapıyorduk. 14 yaşında opera sahnesinde bir müzikalde başrol oynadım; birtakım sanatsal ve sporsal değerler bulaştı. Ama işte Türkiye’de yaşıyoruz, ailenizin de beklentileri var; İşletme’ye girdim. Birkaç yıl sonra ‘Hayatım yanlış yöne gidiyor’ bir tekerleme oldu.

‘Türkiye’nin Yıldızları’ yarışmasına nasıl oldu da katıldınız?
O yıllarda bir erkek arkadaşım vardı, “Ben bu işi yapmak istemiyorum, yanlış yerdeyim” diye söylenirken, o bir gün, “Hadi gidelim mi?” dedi. Laf olsun diye bir form doldurduk. Hafızamda kalan müzikal şarkılardan bir şeyler söyledim. Muhtemelen kamera görüntüsü etkiledi onları, “Haydi İstanbul’a gel” dediler.

Yarışmadan ikincilikle ayrıldınız, Tomris Giritlioğlu’yla tanıştınız ve her şey değişti mi?
Tomris Hanım’la çalışmak hayatımda en önemli dönüm noktası. Beni görmesi büyük şans ama her şey şans değil tabii...
Beren Saat deyince yanına ‘Hatırla Sevgili’ eklendi, ama öncesinde ‘Aşka Sürgün’ var.
Mahsun Kırmızıgül’le oynadığınız için biraz önyargılı bakıldı galiba, ne olmadı o dizide sizce?
Tomris Hanım beni düşündüğünü söyleyince çok heyecanlandım. Mahsun’u bilmiyordum, başka aday vardı. Mahsun’a karar verilince açıkçası ben de tedirgin oldum. Ama senaryoyu aldım ve “Ne olursa olsun, Zilan’ı oynamak istiyorum” dedim. 52 bölüm oynadı dizi. O sıralar Özcan (Deniz), ‘Haziran Gecesi’ni yapıyordu, aynı gece yayımlanıyordu. Ufak birtakım çarpışmalar vardı, bizi aşan.

‘Hatırla Sevgili’ Türkiye televizyon tarihinde bir nevi köşe taşı oldu. Yakın tarihi eşeleyen bir öykünün içinde yer almış olmak sizin için ne ifade ediyor?
Gerçekten aşk ilişkisi kurduğum bir projeydi. Benim için de bir milattı. ‘Aşka Sürgün’ ne kadar sağlam olursa olsun, ‘Bu kız türkücü dizisinde oynuyordu’ cümlesinden sonra belki de statü atladığım bir diziydi. Belgeselde ya da okuduğunuz kitapta asla yaşayamayacağınız kadar derinden empati kurduğunuz bir alan. Bir fotoğrafta gördüğünüz anın atmosferi kurulup içine girdiğinizi hissettiğiniz an, çok fena. Yassıada Mahkemesi’ne girmem hayatta yediğim tokatlardan biridir. ‘Biz başbakanını asmış bir milletiz’; bu cümle beni çok sarstı. ‘Deniz Gezmiş, Deniz Gezmiş’ dedik dedik ama darağacı dekorlarını gördüğüm an tokat yedim.

Öncesinde ilginizi çeker miydi yakın tarih? Okumuş muydunuz ya da ailede öyle bir damar var mıydı?
Ailede öyle bir damar yoktu ama ‘Darağacında Üç Fidan’ı okumuştum. Menderesler için de her zaman hümanist düşünürdüm. Asılma, kesilme, idam sonuç olarak insan doğasına ters...

Diziyle birlikte düşünceleriniz de farklı bir yöne evrildi mi?
Asılmayı hiçbir zaman haklı çıkarmıyor ama kurbanların gittikçe masumlaştığını gördüm. Asılmayı gerektirmiyor ama belki 60’takiler daha suçluydu; 70’lere, 80’lere geldikçe daha daha masumlaştılar ve dizi gittikçe canımızı acıtmaya başladı. İşkence izlerinin makyaj olduğunu bile bile ekipçe çok sarsılıp bağıra bağıra ağladığımız zamanlar oldu. Bir gece işkence sahnelerinden sonra, durduramadığım bir şekilde, eve gidene kadar ağladım. Polis çevirmesi vardı. Sarhoş sandı polis beni. “Bazen böyle oluyor, sinirlerim bozuluyor” filan diyorum. İdam sahneleri yaklaştığında sette ölüm sessizliği olurdu.

‘Biz bunları niye bilmiyoruz’u sordunuz mu kendinize?
Çok yaşadım. Müfredat bir yerde tıkanıyor. Tabii ki o da olsun ama mesela Milli Güvenlik dersi hiçbir zaman atlanmıyor. Subay kıyafetli bir hoca gelip tarih dersi verebiliyor. Müfredatta da birtakım değişiklikler yapılması gerekiyor.

6-7 Eylül olaylarını ilk ne zaman duymuştunuz?
‘Hatırla Sevgili’ye başlarken. 6-7 Eylül olaylarını gerçekten bilmiyordum ama 60 İhtilali diye karıştırınca 55’i anlatmadan geçmiyor bir belgesel, bir kitap...

Ne hissettiniz ilk gördüğünüzde o günlere, talana ait fotoğrafları?
Şu an derin bir acı hissediyorum ama ilk anda ne hissettiğimi bilmiyorum. İstiklal Caddesi’ne tankların girdiği o fotoğraf çok hayret ettiğim bir karedir. Bunun cümlesini kuramıyorum. O an da boğazımda bir düğüm olmuştu. Şimdi bakınca diyorum ki, yılbaşı gecesi Taksim’de sürü psikolojisiyle kadınlara saldıran erkek ruh hali de oradakinin aynısıdır. Beyin, unutmak istediğiniz şeylerin üstünü çiziyor, beklemediğiniz anda tekrar aklınıza getiriyor. Sürü psikolojisi de böyle bir şey. Bir talan var, herkes bir şeyler alıyor, zarar veriyor. Rahipleri sünnet etmişler, asmışlar... Korkunç... Çok sıradan görünen bir insana, bir an akıl sağlığı oyun oynayabiliyor. O an içinde olsan belki sen de aynı şeyi yapardın, oynamak insana biraz böyle bir şey getiriyor.

O günlerin göbeğinde geçen ‘Güz Sancısı’nın çekimleri tamamlandı. Canlandırdığınız Elena bir Rum hayat kadını. Hem toplumsal konumu, hem etnik kimliğiyle iki kere azınlık...
Elena aslında benim için hâlâ Ester, romandaki adıyla. Romanda Yahudi’ydi. Senaryo üzerinde altı yıldır çalışılıyor. Elena dört yıldır kafamda. Algılarının bir kısmı açık, malzeme topluyorsun.

Hiç azınlık arkadaşınız oldu mu?
Arkadaşım olmadı ama senaryodan sonra tanıştıklarımla o hissi yaşamaya, fikir edinmeye çalıştım. Elena biraz Hıristiyanlığı tanıdığım bir süreç oldu. Birtakım ilahi yüklemeler yaptım. St. Antuan’a uğramak, mum yakmak önce de yaptığım bir şeydi ama Elena buraya girdiğinde ne hissediyordu diye bakıyorsun. Elena biraz gerçek üstü bir karakter. Fahişe ve babaannesi tarafından özel müşterilere çalıştırılıyor ama o asla öyle olduğunu düşünmüyor. Bebekleriyle oynamaya devam ediyor, annesinden hatırladığı ninnisini söylüyor... Ait olduğu dinin sistematiği var, günah çıkarıyorlar. Bu, karakterime çok hizmet eden bir şey.

Daha önce dinin yaşamınızdaki yeri nasıldı?
Tanrı inancı olan biriyim ama başka bir dinden bakmak aklıma gelmedi daha önce.

‘Aşk-ı Memnu’yu okumuş muydunuz?
Hayır, okumamıştım.

Neden kabul ettiniz diziyi?
İlk gittiğimde romanı ve Halit Refiğ’in çektiği uyarlamanın altı bölümünü verdiler. Okudum, izledim. “Teşekkür ederim ama bugüne uyarlanamayacağını düşünüyorum” demeye gittiğimde senaristimiz Ece (Yörenç) beni ikna etti. Senaryo gelince gerçekten ikna oldum.

Romanın dili zorlayıcı gelmedi mi?
Bugün hiç karşılığı olmayan kelimelerin parantez içinde Türkçe karşılığı olan bir versiyonunu verdiler bana. Ama bir dönem işinde oynadığım için aslında biraz aşina olduğum bir şeydi. Çok etkilendim. Dili zor olsa da insanın ‘Hayır, inat edeceğim, okuyacağım’ diyeceği bir roman. Bu iş yapılmasaydı da benim için özel bir roman olarak kalacaktı.

Dizinin 1975 versiyonunu sevdiniz mi, karşılaştırıyor musunuz kendinizle?
Yok, aynı teraziye koymadım. Onlar bugün oynasaydı başka oynarlardı, Halit Refiğ bugün başka yapardı. Biraz elmayla armut. 1975’ten 2008’e reji anlayışları, oyunculuktaki teknik gelişmeler, senaryo matematiğinde farklılıklar yaşandı. Bu noktadan oraya baktığımda, o dizi primitif. Bu iki uç bana asla karşılaştırılamaz gibi geliyor. Ama dönemi gereği baktığımızda, 35’e altı bölüm çekilmiş, o zaman için çok iyi ve gerçekten özenli bir dizi... Bence altıya bölünmüş bir sinema filmi.

Bu iş olmasaydı da oturup izler miydiniz, çeker miydi sizi?
Evet, evet...
İlk bölümü izledikten sonra sıkıcı da gelebilirdi...
Bilmiyorum, duygum ne olurdu, izlerdim herhalde. 30 sene de geçmiş olsa, eski filmlerin pek çoğundan keyif alıyorum. Yadsınamayacak değerde bir eser. Ama kıyaslamayı ya da Salih Güney’den Kıvanç’a (Tatlıtuğ) gelen eleştirileri asla kabul ettiğim anlamına gelmez.

‘Dişilik kadının beyninde vardır’
Bihter rolünde Müjde Ar gibi bir isimle kıyaslanma paniği yaşadınız mı?
İş başlamadan önce bu mukayese sadece Müjde Ar ve Beren üzerinden döndüğü için, korksam da korkmasam da bu böyle başladı. Rejiyi, senaryoyu karşılaştırmadan önce, ‘Beren Saat masum cici kız, ama yani Müjde Ar öyle seksi, öyle dişi ki asla olmaz’ diye... Ama ‘Aşk-ı Memnu’daki Müjde Ar orada çok genç ve bence daha kadınlığının, cinselliğinin çok farkında değil. Evet, her zaman bir seksi hali var ama daha masum ve bebek olduğu yıllarda çekilmiş bir dizi. İnsanların ‘Aşk-ı Memnu’dan kafasında kalan o imaj var, bir de Müjde Ar’ın yıllar sonra oluşturduğu o seksi, o dişi hali.

Müjde Ar-Beren Saat karşılaştırması yapılırken oturup konuştunuz mu?
Hayır. Bu sezonun ilk bölümünde programa davet etmişlerdi, setteydim, katılamadım. Ama iki işin karşılaştırılamayacağının, şu an durumumun zor olduğunun farkında. O da söylüyor; başarıya ulaşmış biri varsa, yeni gelen ağzıyla kuş tutsa, ‘Aa bu olmamış’ deniyor. Bize karşı yapıcı davrandığı için çok mutluyum.

Bir an bile rekabete girişmediniz mi kendi içinizde yani?
Yok, yok... Bana bunu sorduklarında da dedim ki “Bazı kadınların çocuksu cinselliği vardır, bazı kadınların daha femme fatale bir hali vardır, bazılarının daha maskülen bir seksapeli vardır, bazılarınınki daha çekiniktir falan... Ama dişilik kadının beyninde vardır.” O yüzden üç-dört bölüm izledikten sonra ‘Aa Beren’den de seksi kadın çıkabiliyormuş’ diyorlar. Bu genlerinizde, beyninizde var. Bu bir süreç, bunu keşfetmek, altını çizmek için uğraşıyorsunuz. Uğraştığınız zaman oluyor.

‘Babacı kızlardan değilim, anneye daha yakınım’
Bihter çok tatlı başladı ama sonra baktık ki, o da hiç fena değilmiş fettanlık konusunda. Sizde var mıdır hırslar, kıskançlıklar?
Yok, gerçekten hırslı biri değilim. Aynı odisyona girip de başka birinin aldığı bir rolde bile performansını sevgiyle izleyecek kadar, mesleki kıskançlıklarım yok, kadınlara karşı kıskançlıklarım da yok. Bir şeyleri paylaşırsan evren de karşılığını veriyor. Çalışırsan karşılığını alacaksın. Böyle düşündüğüm zaman rahatlıyorum. Asla hainlikle, haksızlıkla bir şey elde etmiş, kimsenin arkasından iş çevirmiş değilim.

Bihter’le Firdevs’in anne-kız ilişkisi çok gerilimli. Gerçek hayatta anne-kız ilişkilerine, kendi annenizle ilişkinize baktığınız zaman, dizideki o keskin rekabet gerçekçi geliyor mu?
Örnekleri olduğu için gerçekçi geliyor ama annemle bizim aramızda tek bir gün bile asla böyle bir şey hissetmedim. Hayatta gördüğüm en sevgi dolu insan annem. Bana sonsuz alan tanıyan bir kadın, asla ezmeye çalışmadı.

Nasıldınız çocukluğunuzda; evin prenses kızı mı, erkek Fatma’sı mı?
Biraz kendime dönüktüm. Çok içe kapanık da değil ama önüne konulan oyuncaklarla saatlerce hayal kurup zamanını geçirebilen ve kendi hayallerinde yaşayan bir çocuktum.

Babayla aranız nasıldır?
Babacı kızlardan değilim. Anneye daha yakındım.

Bihter’in kendinden hayli yaşlı bir adamla aşk yaşamasını anlayabiliyor musunuz?
Çok anlaşılır geliyor. Öyle bir şeyi tercih etmiyorum ama Bihter babasını kaybedeli iki buçuk ay oldu, bu nedeni düşününce Adnan’da bulduğu huzuru çok olabilir buluyorum. Şu andaki ilişkimde de birazcık yaş farkı var, Adnan’la Bihter’inki gibi değil ama... Kendi yaşımdaki erkekler bana henüz ham geliyor. Hep kadın beyninin önde gittiğini düşünüyorum duygusal olgunluk olarak, birçok kadın yaşıtlarıyla çok mutlu olamıyor.

Bu Ne Cehalet

Bilirsiniz, yerli diziler ve sinema filmlerinde "düzmece" gazete haberleri vardır. Konu gereği eğer bir haber, manşete taşınacaksa, hemen bir gazete sayfasının üzerinde "işlem" başlatılır. Ya renkli çıkış alıp, sayfanın üzerine yapıştırırlar ya da paraya kıyıp, dizi ya da filmde kullanılmak üzere matbaaya özel baskı yaptırırlar. Ama gelin görün ki, uzmanlık gerektiren her konuda olduğu gibi bunda da "işi bilen birine" danışılmadığı için ortaya son derece sakil görüntüler çıkar. Tuhaf başlıklar, iğreti fotoğraflar, yazı uzunluğunda spotlar, yarım kalmış cümleler v.s... Son örneğe Aşk-ı Memnu dizisinde rastlayınca, yazmadan edemedim. Adnan Bey'in elinde tuttuğu "uyduruk" gazetenin başlığı "Yılın Düğününde Yılın Skandalı" şeklindeydi. Sonra bir başka sahnede bir başka gazetenin başlığı geldi görüntüye: "Yılın Düğününde Büyük Rezalet..." Yahu siz hangi gazetede başlıktaki tüm kelimelerin baş harflerinin büyük harfle yazıldığını gördünüz? Aranızda hiç mi gazete okuyanınız yok?

Ask-i Memnu Yeniden Yazildi

Aşkı Memnu yeniden yazılmış!
AŞKI Memnu dizisinin senaristlerini kutlamak gerek! Uşaklıgil’in kitabıyla başlayıp, yeni bir Kara Melek yaratmak kolay değil. Eskisinde Bihter, zavallı bir kadındı, Behlül’le ilişkiye girip yaşamı mahvolunca hepimiz acımıştık, yeni Bihter anasının kızı, her köşeye entrikalarıyla hâkim oluyor... Ve Adnan Bey, keşke daha yakışıklı birini bulsalardı, bütün kadınlar ona âşık olunca, tuhaf geliyor, karısına sarıldığında Vadi’nin Halo Dayı’sına benziyor.

Yakinda Adnan Aslan Derler

Oyuncu Selçuk Yöntem, Kurtlar Vadisi’ndeki Aslan Bey’den sonra Aşk-ı Memnu’daki ’Adnan’ karakterine izleyicinin çabuk alıştığını söyledi.

Habertürk’te Saba Tümer’in konuğu olan Selçuk yöntem, Kurtlar Vadisi dizisindeki Aslan karakterinden sonra Aşk-ı Memnu dizisinde Adnan karakterini canlandırmasının sokaktaki yansımasını anlattı.

İzleyicilerin zaman zaman karakterlerle oyuncuları özdeşleştirmeleri durumunu ti’ye alan Selçuk Yöntem, "Giderek belki Aslan Adnan diyebilirler" dedi.

Yöntem, Aslan karakterinin üzerine yapışmadığını da şu sözlerle anlattı:

"Öyle bir reaksiyon çok fazla olmadı. Galiba benimsediler. Benim için de o tarafı çok keyifli. İlle bir aktör bir şeyi iyi yaptı diye onun üzerinden yürümemek gerekir. Benim çok sıkıldığım bir şey. İyi ki böyle bir karakter doğdu. Benim çok hoşuma gidiyor."

Selçuk Yöntem, çekimlerin yoğun geçtiğini ancak çok keyifli olduğunu ve her şeyin güzel gittiğini sözlerine ekledi.

Ask-i Memnu'dan Kalanlar

AŞKI Memnu olabildiğince pembeleşerek sürüyor, Nebahat Çehre kötü annelikte birinci(!), Bihter güzel, ama rolünün kadını değil, hele giyimi... Dökümlü kıyafetler daha etli butlu, daha seksi kadınlara uygundur, onun üzerinden dökülüyor, hele gerdek gecesi giydiği parmak arası terlik; sanırım diziyi günümüzü getirince parmak arası terliksiz olmaz demişler! Ve bir okurum yazmış; “Adnan Bey’in soyadı şaşırttı; Adnan Ziyagil dediler, Halit Ziya Uşaklıgil’den kolaj yapmışlar; yazarın ikinci adı Ziya ile soyadının bitişindeki ‘gil’i birleştirerek...”

Bihter Olecek mi ?

Dizilerin artık böyle bir işlevi var: Kitap satışlarını artırmak. ‘Hatırla Sevgili’nin ilgili bölümlerinden sonra, Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkında yazılmış kitapların satışlarının patladığına dair haberler çıkmıştı, hatırlayacaksınız.
Erdal Öz’ün ‘Gülünün Solduğu Akşam’, Nihat Behram’ın ‘Darağacında
Üç Fidan’, Oral Çalışlar’ın ‘Denizler İdama Giderken’, Turhan Feyzioğlu’nun ‘Bizim Deniz’
adlı kitapları, daha önce haftada 2-3 talep alırken birden 20’şer 30’ar satar olmuştu. Diziyi seyreden kitapçıya koşuyordu.
Geçenlerde Halid Ziya Uşaklıgil’in ‘Aşk-ı Memnu’sunu başköşede görünce, tamam dedim,
yeni bestseller belli oldu. Dün Taraf haberini yapıp “Aşk-ı Memnu’nun sezon finali tüm kitapçılarda” diye başlık atmış.
Sırf o değil, ‘Yaprak Dökümü’, ‘Dudaktan Kalbe’ gibi televizyon dizilerine uyarlanan başka edebiyat klasiklerine de ilgi artmış. Hem yayınevleri memnunmuş hem de ne olacağını görmek için gelecek haftayı beklemekten kurtulan dizi fanları.
Bir yandan iyi bir şey tabii, böyle böyle bir iki bir iki, birike birike, bir aşinalık olur, ‘Mai ve Siyah’ da ‘Aşk-ı Memnu’cunun muymuş, e bi bakiiim’ olur... ‘Şıpsevdi’ öbürünün müydü, haa ‘Gulyabani’cinin di mi, e on da bakiiim madem’ olur...
Ama Deniz Gezmiş adını ilk ‘Hatırla Sevgili’de duyup meraklanandan uzun vadede bir devamlılık talep edemeyeceğimiz gibi, Halid Ziya Uşaklıgil adını ilk Kıvanç Tatlıtuğ vesilesiyle işitenle ilgili beklentiyi de gerçekçi bir hizada tutmak lazım.
Merak de ediyorum: Hazır lopa alışık dizici, gelecek sezon bölümlerini merak ettiği falanca dizinin DVD’sini getirtir gibi, gerçekten de sonunu okumak için alır mı bu klasikleri? Okuduğu şeyden haz duyar mı? İçindeki binlerce tedavülden kalmış kelimenin şimdiki karşılığının parantez içinde yazıldığı (dolayısıyla biraz ortaokul edebiyat dersi okuma ödeviymiş bunaltısı yaratmadığı da söylenemeyecek olan) bu romanlar yerine, aslında senaryoyu ele geçirmeyi tercih eder mi? ‘Aşk-ı Memnu’nun bugüne uyarlanmışlığının konforundan çıkıp da 19. yüzyılın bilinmezliğine gider mi mesela?
Ahmet Hamdi Tanpınar, bu romanın “bovarysme ve esthetisme’de mahpus” olduğunu söylemiş, Berna Moran da Bihter’in, sebepleri değişik de olsa, sonunun benzerliği itibarıyla ‘Madam Bovary’ ve ‘Anna Karenina’ ile benzeştiğinin üstünde durmuş, öyle yazıyor Özgür Yayınları tarafından basılan ‘Aşk-ı Memnu’nuyu yayına hazırlayan Muharrem Kaya, önsözde. Bihter, büyük ölçüde Madam Bovary imiş. Bihter’i bu kötü sona hazırlayan, biraz da, örnek alınan bu romanlarmış. Peki ‘Madam Bovary’yle ‘Anna Karenina’yı da okur mu dizi izleyicisi hızını alamayıp?
Yoksa şöyle rastgele dolaşıp Halid Ziya Uşaklıgil’in ‘Aşk-ı Memnu’sunda, aaa
bu bizim diziye hiç benzemiyor ki diye hayal kırıklığına mı uğrar:
“Firdevs Hanım’ın türlü yüzüklerle donatılmış hâlâ beyaz, hâlâ tombul eli Behlül’ün elinin üstünde unutuluyordu.” Beyaz ve tombul bir dönemin güzellik anlayışı tabii ama 56 kilo ve solaryum cilalı Nebahat Çehre’yi de, günümüz entrika, yalan dolan, hesap kitap ilişkilerinin merkezindeki herhangi bir kadını da en son tarifleyecek iki kelime herhalde.
“Adnan Bey, Beşir’e sordu:
-Nihal’le Matmazel nerede Beşir? Haydi şunları bul, yemek yiyeceğiz...
İhtiyar mürebbiye ile çocuk onlardan kaçmak için yürümüşler, içeri suya doğru gitmişlerdi. (...) Artık Nihal bir seneden beri saklamak için biçare (çaresiz) kalbine iktidarının fevkinde (gücünün üstünde) tahmil ettiği metanete (yüklediği dayanıklılığa) lüzum görmüyordu. Bu sabah başlayan feverandan (köpürmeden) sonra perişan bir ifade ile, şimdi babasından bahsederken bir saniye zarfında Bihter’e intikal eden (geçen) bir lisanla ihtiyar kıza kalbinin bütün mahrem dertlerini, bir seneden beri ruhunun yetim matemlerini döktü.”
Zerrin Tekindor’un canlandırdığı Matmazel olsa olsa 40’larının başındadır, dahası
ihtiyarlık tedavülden kalkan bir durum, 70 artık yeni orta yaş filan, biliyorsunuz...
Yazının burasına kadar gelmiş kitaptan habersiz dizi seyircisi varsa, onu ödüllendirelim. Önsözden tüyoyla:
“Romandaki şahıslar arasındaki çatışmalar, olay örgüsü içinde özellikle üç noktada düğümlenmektedir. Birincisini Bihter’in annesine benzememe mücadelesinde başarıya ulaşıp ulaşamayacağı; ikincisini Bihter’le Behlül’ün ilişkilerinin nasıl sonuçlanacağı; üçüncüsünü ise Nihal’le Behlül’ün evlenip evlenemeyecekleri oluşturur. Bu düğümler de Bihter’in annesi gibi anılmaktansa ölmeyi tercih etmesi, bu anlamda ona benzememesi, Nihal’le Behlül’ün evlenememesi ve Behlül’ün kaçması ile çözülür.”

Ask-i Memnunun En Guzeli

DİZİLERİN EN GÜZELLERİ

Her akşam ekrana en az üç dizi geliyor. Bu kadar çok dizi olunca da ekranda birbirinden güzel oyuncular boy gösteriyor. Kiminin ilk dizisi, kimi yıllarını sinemaya, tiyatroya ve televizyona vermiş. Ama hepsi ekranda tatlı bir güzellik rekabeti içinde. Ekranı parselleyen güzeller gözümüzü gönlümüzü açıyor. İŞTE ONLAR

BEREN SAAT

‘Aşka Sürgün’le adından söz ettiren 1984 doğumlu Beren Saat, Başkent Üniversitesi’nde işletme ihtisası yaparken ‘Türkiye’nin Yıldızları’ yarışmasına katıldı. Daha sonra ‘Hatırla Sevgili’de rol aldı. Saat, şimdi de ‘Aşk-ı Memnu’da Bihter olarak ekrana geliyor ve masum güzelliğiyle kalplere işliyor.

Beren Sultan

Türk sinemasının ölümsüz isimleri Türkan Şoray, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit, beyazperdenin en yetenekli kadın oyuncularını Takvim için seçti. Üç dev ismin en yetenekli bulduğu isim Beren Saat. Listede Tuba Büyüküstün ve Fadik Sevin Atasoy da var...

***

Yesilçam'ın yeni sultanları

Türkan Şoray, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit; Türkiye'nin en yetenekli genç aktrislerini seçti.

Sizin için sorduk...
Başarılı oyunculukları, güzellikleri ve kaliteli duruşlarıyla efsane olan Filiz Akın, Hülya Koçyiğit ve Türkan Şoray, şimdinin genç oyuncuları arasında en beğendikleri isimleri seçti. Bu 3 efsane ismin ortak görüşü; Beren Saat, Saadet Işıl Aksoy, Fadik Sevin Atasoy ve Tuba Büyüküstün oldu.

Çok önemli tavsiyeler
Birbirinden güzel 4 oyuncunun başarılı olduğunu dile getiren Türkan Şoray, Filiz Akın ve Hülya Koçyiğit, genç oyunculara kaliteli duruşlarından ödün vermemelerini tembihledi. Hülya Koçyiğit ise şimdiki oyuncularının işlerinin kendilerinden kolay olduğunu söylemeden de geçemedi

Adnan Ve Bihterin Aski Cok Normal

Aşk-ı Memnu dizisinde Adnan karakterini canlandıran Selçuk Yöntem, Beren Saat’in oynadığı Bihter karakteri arasında yaşanan aşkı doğal bulduğunu söyleyerek ’Bence aşkın yaşı başı yok’ dedi.

Kanal D’nin sevilen dizisi Aşk-ı Memnu dizisinde ’Adnan’ rolünü oynayan Selçuk Yöntem, Habertürk’te Saba Tümer’in konuğu oldu.

Selçuk Yöntem, Aşk-ı Memnu dizisinin iyi bir çizgi yakalayacağını diziye başlarken tahmin ettiğini söyleyerek "Bundan önce yaptığım her diziden çok mutlu oldum tabi. Ama dizi başladıktan sonra onun nerelere geleceğini, nerede yok olacağını artık refleks olarak hissediyorsunuz. Ben başından beri Aşk-ı Memnu’nun iyi bir çizgi yakalayacağını hep hissettim, hala da hissediyorum, hissetmem de gerekiyor" diye konuştu.

Dizide genç bir kıza aşık olarak evlenen bir adamı oynayan Selçuk Yöntem, gerçek hayatta bu tür bir ilişkiye nasıl baktığını şöyle aktardı:

"Bence aşkın yaşla başla ilgisi yok. Bence ilişkinin temelinde ruhsal bir ilişki yatar. Ruhsal bir boyut var ilişkide. Onun için her insan o duyguyu yaşayabilir, yaşamalı. Bunun hiç bir formasyonla ilgisi yok. o yaşlıydı, o gençti, o buydu.. Dünyada bunun çok örnekleri var. bunun için tahtını bırakanlar var. Ters bir gözle bakmak mümkün değil. Zaten Adnan karakteri de bunu getirirken çok estetik, çok anlamlı, çok düzgün bir şekilde getiriyor. Yaşamda, bu güneşin altında herşey olabilir. Olmayacak hiç bir şey yok."

Bu bir dönem dizisi değil uyarlama

Yaprak Dökümü dizisi gibi romandan uyarlanan bir dizi olan Aşk-ı Memnu’nun Halit Ziya Uşaklıgil’in romanından uzaklaşılması eleştirilerine de şu yanıtı verdi:

"Bu bir dönem dizisi olarak çekilmiyor. Bu bir uyarlama. 2008 dünyasının gerçeklerini anlatan ama o konseptten yola çıkan başka bir değerlendirme. Böyle algılamak lazım bu diziyi."

Bir dizi nasıl başarılı olur?

Usta oyuncu, bir projede nelere dikkat ettiğini de şöyle anlattı:

"Senaryoyu okuduğum zaman rolün dramatik ağırlığı, benimle olan uyumu ilk önce beni ilgilendiriyor. Daha sonra yapımcı, iyi kanal ve iyi kadro. Bunlar biraraya geldiğei zaman eğer o işin şansı varsa, peri tozu serpilmişse ona o iş başarıya ulaşır. Ama bütün bunlar olmasına rağmen dizi başarıya ulaşmayabilir de. Bunları da yaşadım. Bütün bu faktörlerin yanında şans faktörü de çok önemli. Eğer o varsa alıp başını gidiyor."

Dizi sektörünün çok çabuk tükettiğine vurgu yapan Selçuk Yöntem, "Dizilerin belli formasyonları var tabiki. Çok tüketilen, çabuk tüketilen bir şey. Rastlantıya yer yok artık dizilerde. İyi oyuncu, iyi yapımcı, iyi senaryo ve iyi kanal olması gerekiyor. Bütün bunlar biraraya geldiği zaman tabi ki bir şeyler yeşermeye başlıyor. Çok zor bir iş gerçekten. Dünyanın hiç bir yerinde 90 dakika dizi yok. Her hafta sinema filmi çekiyoruz. Nasıl oluyor bunu kimse bilmiyor ama oluyor." dedi.

Bu arada koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Selçuk Yöntem, maçlara da gittiğini de söyledi.