Google

4 Ekim 2008 Cumartesi

Ask-i Memnunun Sahte Kulturu

Hiç bir ünsiyetimiz olmasa da.. değil bir gün sahip olma, misafir olma ihtimalimiz bile mümkün görünmese de; o koca koca villaları, (malikâne diyenler de var ya, artık o konuya hiç girmeyelim şimdi derim ben) muazzam yalıları görmek istiyoruz dizi filmlerde. (Olmaz ya, olacak olsa.. bu diziler Avrupa ülkelerine satılsa mesela.. ve Türkiye’ye hiç gelmemiş insanların önüne konulsa, “Ne zengin ülke bu yavu; herkesler yalılarda, yüzme havuzlu muhteşem villalarda yaşıyor; bunların kapılarında domuzları eksik, neden mırın kırın ediyoruz ki AB konusunda” diye şaşıp kalmazlar mı?)



Hiçbir zaman içinden geçemeyeceğimiz o evlerin her odasına girip çıkmak istiyoruz -dizi filmler aracılığıyla-, her köşesini hallaç pamuğu gibi atmak, altını üstüne getirmek, bütün ayrıntıları zihnimize kazımak, her ihtiyacımız olduğunda da zihnimizin en kuytu köşelerinden çekip çıkartmak istiyoruz o zenginliklerle ilgili ayrıntıları.



Pahalı elbiseler giyen güzel kadınları, ipek gömleklerini titreten yakışıklı erkekleri ve güzel arabaları, şık restoranları seyretmek istiyoruz.



Konular, hikayeler gerçek dışıymış, karakterler hiç inandırıcı değilmiş, kötü çekilmiş, iyi çekilmiş, budala yerine konulmuşuz, hiç umurumuzda değil.



Bize güzel yalılar, villalar, büyük holdingler, spor arabalar, güzel kadınlar, şık elbiseler, mücevherler gösteren diziler olsun yeter ki, anında birinci sıraya oturtuyoruz.



Bize ait olan, içimizden çıkmış, gerçekliği olan, inandırıcılık dozu yüksek hikâyeleri izlemeyi tercih etmiyoruz pek.



Bu yüzden de Aşk-ı Memnu, Binbir Gece gibi diziler izlenme raporlarında en üst sıralara yerleşirken; Düğün Şarkıcısı, Son Ağa gibi diziler daha alt sıralarda yer alıyor.



Zaten seyircinin sınıf atlama özlemi, sınıflı toplumlarda pompalanmış bir heveskârlıktır. Özellikle küçük burjuva karakter gösteren orta ve ortanın altı seyirci kitlelerinin, yaşadıkları zorluklar karşısında kendilerini hayatlarından -yani ‘gerçek’ten- uzaklaştırıp, bir dizi sankileri yaşamaları, sistemin ekmeğine de fazladan yağ sürer.



Böyle olması da özellikle kurgulanmıştır.



Yani şaşa ve zenginlik, sunulan hayalin son noktasıdır; görselliğin ideolojisi ve duygunun belirli bir zaman dilimi içinde üzerinin örtülmesidir. Seyirci artık arayış içinde değildir; aksine, sunulanın tadını çıkarmaktadır, çoktan teslim olmuştur çünkü.



Aslında bu da seyirci dışı bir şeydir aynı zamanda; onun iradesi dışında oluşur zira. Ancak ideolojik tembihler o kadar güçlüdür ki, -burada medyanın da rolü çok büyüktür tabii- örgütsüz seyirci kitleleri için teslim olmaktan başka bir çare kalmaz.



Önemli, değerlinin önüne geçmiş, hatta onu yok etmiştir.



Star TV’nin dizisi Son Ağa’nın hayatında buna tanık oluyoruz bence.



Son Ağa, bazı yapısal eksikliklerine rağmen, bu toplumun temel değerlerine sahip çok sıcak bir dizi; ama yine de, -yukarıdaki nedenlerden ötürü- sahte yalı kültürüne yenik düşmeye başladı son haftalarda.



Star TV’nin Son Ağa’sı ile aynı saatte Kanal D’de yayınlanan Aşk-ı Memnu; sahteleştirilmiş ve taaruza uğramış bir Aşk-ı Memnu olarak; ama şaşa dozu yükseltilmiş bir adaptasyon işlemiyle, Son Ağa’nın hakikiliğini ve safiyetini dövmeye başladı şimdi.



Bu sonuçta önemli bir rolü olan seyirci de, hem tuzağa düşüyor hem de bu tezgâhın içinde -bir miktar- yer alarak suç ortaklığı yapmış oluyor. Çünkü ne seyirciyi koruyacak ve ayıltacak kurumsal gücü olan, sektörleşmiş bir profesyonel eleştiri mekanizması var, ne de seyircinin içinden çıkmış, bu konuda uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşları.



Terzi de seyirciye (halka) smokin dikip duruyor işte!



Üstüne uysa da uymasa da, yakışsa da yakışmasa da, içinde rahat etse de etmese de.. dikiyor işte!

0 yorum: